30 Ekim 2010 Cumartesi

AİLE

Aile var,çelikten sağlam,taştan sert
Birinin derdi,olur hepsine dert
Aile var,birbirine duyar nefret
Bir evde,yapayanlız yaşar her fert


Aile var,zehir yutar bal yerine
Bal versende,değişmez zehirine
Aile var,sanki düşman birbirine
Ölse sahip çıkmaz,biri birine


Aile var,ne top işler,nede tüfek
Tartışırlar arada,ufak,tefek
Aile var,hergün harp eder,hergün cenk
Nerdeyse bir birini öldürecek

Aile var,yıllanmış çınar misali
Yıkamaz onu bir olsa ahali
Aile var yıkık,döküktür her hali
Hepsinin başka,başkadır ehvali

Güngör celep

66. Sone

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
 
William Shakespeare

27 Ekim 2010 Çarşamba

bilgisayarınız neden yavaş çalışıyor

Hayattaki en sinir bozucu şeylerden biri de yavaş bir bilgisayarda çalışmaktır. Pahalı yeni bir bilgisayar alıyorsunuz, hızlı açılmasını, hızlı çalışmasını ve internet sitelerini hızlı bir şekilde yüklemesine bayılıyoruz. Ancak yavaşlamaya başlayınca, rutin işleri bile beklerken saçımızı başımızı yoluyorsunuz. Peki bunun nedeni nedir?


Howlifeworks adlı internet sitesinde yayınlanan habere göre, cevap aslında oldukça basit ve bunun nedenlerini ve çözüm yollarını anlamak için teknisyen olmanız gerekmiyor. İyi haber ise sorunun bilgisayarın diskinde olmaması. Esas problem, bilgisayarın yazılımında oluşan değişikliklerden kaynaklanıyor. Bilgisayarınızı yavaşlatan en yaygın 2 neden şudur:
Registry (kayıt) hataları: Bir program, oyun ya da dosya yüklediğiniz her sefer, bilgisayarınızın yazılım kaydı bunları yürütebilmek için yeni komutlarla güncelleniyor. Yüklediğiniz bu programı, oyunu ya da dosyayı kaldırdığınızda bu komutlar genellikle bilgisayarınızda kalıyor. Bilgisayarınızı her çalıştırdığınızda bu komutları uygulamaya çalışıyor. Fakat, geçerli program bulunamadığı için kayıt (registry) hatası veriyor. Bilgisayarınız yapması gerekenden fazla iş yapıyor ve bu nedenle yavaşlıyor.
Bununla mücadele etmenin en iyi yollarından biri Advanced Registry Optimizer 2010 (kısaca ARO) olarak isimlendirilen programdır. Bu program registry hatalarını tarar, tespit eder ve onarır. Böylece bilgisayarınız ilk aldığınız günkü gibi olur. Geçtiğimiz günlerde CNET'in yazı kurulu tarafından 5 üzerinden 4,5 yıldız ile ödüllendirilen bu yazılımın ücretsiz sürümünü hemen bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz. Böylece hızlıca tüm bilgisayarınızı tarar ve tüm registry hatalarını tespit edip düzenleyebilirsiniz. Programın ücretsiz sürümü ilk 100 registry hatasının düzenlenmesine izin veriyor.
Casus yazılım ve virüsler: Bunlar sizin bilginiz ve izniniz olmadan bilgisayarınıza yüklenen yazılım programlarıdır. Bu yazılımlar, browserınızdaki varsayılan arama motorunuzu değiştirmek, internette sörf yapma alışkanlığınızı takip etmek ve sizi hedeflenmiş reklamcı olarak göstermek, diğer e-posta adreslerine spam göndermek için sizin e-posta programınızı kullanmak veya kişisel bilgilerinizi çalmak için kullanılmak üzere geliştirilmiş olabiliyor.
Birçok casus yazılım ve virüs, internetten yüklediğiniz dosyalarda ya da e-postalarınızdaki ekli dosyalar aracılığıyla bilgisayarınıza giriyor. Bunlar birçok hesaplama gücünü kuşatıyor ve bilgisayarınız önemli ölçüde yavaşlıyor.
Bunu engellemenin en basit kuralı, asla bilmediğiniz ve güvenmediğiniz şirketlerin ücretsiz yazılım programlarını (özellikle ekran koruyucular, sohbetlerdeki yüz ifadeleri) bilgisayarınıza yüklememektir. Ayrıca, göndereni tanımıyorsanız ve içeriğine güvenmiyorsanız kesinlikle e-postalardaki ekli dosyaları açmayın. Her zaman iyi bir antivirüs/ casus yazılım kaldırma yazılımı bulundurun. Bunu yaparken kesinlikle crack dosyası bulunan antivirüs programı kullanmayın.
Tüm bu tavsiyelere uyarsanız, bilgisayarınız hızlı ve güvende kalacaktır.




 programı indirin
http://download.cnet.com/Advanced-Registry-Optimizer/3000-2086_4-10183947.html

25 Ekim 2010 Pazartesi

Yalnız İnsan

Yalnız insan merdivendir
Hiçbiryere ulaşmayan
Sürülür yabancı diye
Dayandığı kapılardan

Yalnız insan deli rüzgar
Ne zevk alır ne haz verir
Dokunduğu küldür uçar
Sunduğu tozdur silinir

Yalnız insan yokki yüzü
Yağmur çarpan bir camekan
Ve gözünden sızan yaşlar
Bir parçadır manzaradan

Yalnız insan kayıp mektup
Adresimi yanlış nedir
Sevgiler der fırlatılır
Kimbilir kim tarafından
 
Louis Aragon

ETME

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
 
Mevlana Celaleddin Rumi

24 Ekim 2010 Pazar

DENİZLİ'DEN AYRILIK ZAMANI

Çekilip nûr-u hidâyet yine zindân odacak;
Yine firkat, yine hasret, yine hüsrân olacak.
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm;
Çünkü hicrân dolu kalbim yine hicrân olacak.
"Yine göç var" diye, Mecnûn’a haber verme sakın.
Yine mâtem, yine zâri, yine efgan olacak.
Açılan ol gül-ü Tevhid, sararıp solsa gerek;
Kapanıp Kâbe-i irfan, yine vîrân olacak.
Haber aldım ki, yarın yâd olacakmış bize yâr;
Ne büyük yâre ki, kimler buna dermân olacak?
Bu büyük derd-i elemden kimeşekvâ edeyim?
Işiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.
O, şifâbahş olan envârını sen çeksen eğer,
Bana kim nur verecek, kim bana Lokmân olacak?
Temiz pâk nefsin, âb-ı hayatı bu çölün;
Onu dûr etme ki, her ferd ona reyyân olacak.
Hele ol nur-u şerifın kime değmişse eğer,
Küçücük zerre de olsa, meh-i taban olacak.
Lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim,
Bu küçük kalb-i hazînim yine handân olacak.
Bâb-ı feyzinden ırak olmayı aslâ çekemem,
Dahi nezrim bu ki, canım sana kurbân olacak.
Nazarın erse garip başıma, ey nûr-u Hudâ!
Bugün artık bu hakîr bende de ummân olacak.
Bu anâsır, yüzüne her ne kadar çekse hicab,
Yine haksın; buna şâhit yine Kur’ân olacak.
Kab-ı Kavseyn’den alıp dersim bildim ki ayân,
O güzel nûr-u bedî’, mânevî sultan olacak.
Sakınıp, Feyzi-i bîçareye bahs açma bugün;
Yeni baştan yine şeydâ, yine giryân olacak.
                                                                                              

                                                                                                       Hasan Feyzi Yüreğil

23 Ekim 2010 Cumartesi

KAN TUTAR

KAN TUTAR

Leblerinle emrine amadedir canım benim
Al da bir buseyle öldür haydi cananım benim
Lal olur birden dilim bilmem neden görsem seni
Görmesem kalmaz kararım dinmez efganım benim

Hasta gönlüm çok zamandır iftirakından harap
Olmadım bir lahza rahat geçti devranım benim
Müptelayım bir ümitsiz gizli derdin zehrine
Bu sebepden her geçen gün düştü dermanım benim

Yok teselliden nasibim vermeyin zahmet bana
Etmeyin bunca eziyet az mı hicranım benim
Kan tutar sen her bakışta kastedersen canıma
Yaremi sar merhem olda akmasın kanım benim

Arif emre her ne etsen razıdır fermanına
Sahibimsin hem efendim hem de sultanım benim

Dilenci

Sen, hergün köşe başlarında
Yırtık urbanla kirli ellerinle
Avuç açan, sefil insan.

İnan yok farkımız birbirimizden.
Sen belki tüm yaşamınca dilenecek;
Beklediğin beş kuruşu biri vermezse,
Ötekinden isteyeceksin.

Ama ben, tüm yaşamım boyunca
Tek bir kez dilendim,
Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim.
Öylesine boş öylesine açık kaldıki elim,
Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim.
 
Victor Hugo

Zindandan Mehmed'e Mektup

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!

Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

(1961)
 
Necip Fazıl Kısakürek

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
 
Victor Hugo

21 Ekim 2010 Perşembe

Risale-nur'dan veciz ifadeler

- Kâinat hadiselerinden insanın heva ve hevesine muhalif olan kısım, muvafık olan kısımdan daha çoktur.

- zaman gösterdi ki, cennet ucuz değil; cehennem dahi lüzumsuz değil.

- gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. eğer doğru dese, zaten gıybettir. eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.

- ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.

- ölüm firak değil, visaldir, tebdil-i mekandır, baki bir meyveyi sünbül vermektir.

- hırs, sebeb-i mahrumiyettir; tevekkül ve kanaat ise, vesile-i rahmettir.

- biliyor musun vesvesen neye benzer? musibete benzer. ehemmiyet verdikçe şişer. ehemmiyet vermezsen söner.

Risale-nur'dan

"İ’lem eyyühe’l-aziz! Lâfızların tebeddülüyle mânâ tebeddül etmez, bâki kalır. Kabuk parçalanır, lüb bâki ve sağlam kalır. Libası yırtılır, cesedi sağlam, bâki kalır. Ceset ölüp dağılırsa da ruh bâki kalır. Cisim ihtiyarlanırsa, enâniyet genç kalır. Çokluk, cemaat dağılır, amma vahid-i fert bâki kalır. Kesret bozulur, vahdet bâkidir. Madde kırılır, nur bâkidir."
eser: Mesnevi-i Nuriye, Şemme

19 Ekim 2010 Salı

Sebep Ey

Ürperir tabiat üfleyince rüzgari derin gök solugu
Ulu ses dokununca carka
Düser ölümün gölgesi esyaya.

Baslar esyada hareket kurtulmak icin kendinden
Daha öteye gecmek icin arinmak gibi elbiseden
Yakalar ölümsüzlügün sonsuz ipini
Sonra ses olur
Zamanin idrak incisi ses döner döner döner de
Yönelir sebebe
Sebeb ey

Sesi damarla cizer
Mutlak sözü damarda kanla cizer
Uzar bir göz agrisinin gecesi ucsuz bir nehir gibi
Bir bebegin ilk hecesi düser agzindan ansizin ve bulur
Sonra toprak sıkışır sıkışır tasar da renk olur tarla da
Günesin carpilmis elcisi van gong´la gelir önümüze
Portakalla yayilir karanfilde tutusur karar kilar denizde
Renk denizde karar kilan ebedi tarla olur.

Renk baskaldirirken helezonlar cizerken ses
Som fatih su fetheder tabiati
Döner döner dögünür eritir daglari yobaz kayalari
Daha der sigmaz kabina yönelir göge teslim olur
Ve düserken topraga cagirir
Sebeb ey

Her sabah bütün bitkiler istahli bir cocuktur
Emer emer emer toprak anayi
O sultan hazinesi o hep veren sonsuz cömert anayi
Yesil hayat kirmizi hareket sari sabir emer
Ve beyaz iman cizer sesini
Tamamlar kavisini

Sebeb ey

Erdem Beyazit

Mona Roza


Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden suya batacak
Mona Rozâ siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza bu gün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni, perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir ''Nişan yüzüğü'' bir kapı sesi
Seni hatırlatır her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli olur bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyâna
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konarlar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak; kiminin sarı
Âh, beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza, bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O mâsum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni


..//..

Ne güzel seni bulmak, bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek, hemen her yerde
Ne güzel bineceğin, vapur kaçırmak
Yapayalnız kalmak, iskelelerde
___________________________________/ (Yavuz Bülent Bakiler)

..//..


Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık, inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin tâ içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler; o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı geceye güne
Altın bilezikler; o kokulu ten

Mona Roza; siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza; siyah güller ak güller



VE MONA ROZA

Peygamber çiçeğinin, aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi
Sırrımı söylüyorum vefâkâr balıklara
Onlar tutacak, bu dünyâda yerimi
Koy verip telli pullu saçlarını rüzgâra
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin, aydınlığında ara

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar gelsin rüyâna
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

17 Ekim 2010 Pazar

güzel sözler 2

- Adalet  halkın dirliği ve düzeni  idarecilerin ise  süsü ve güzelliğidir. 

- Cevizin kabuğunu kıramayan  cevizi sadece kabuk zanneder.
  ( cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen  hepsini kabuk zanneder.)

- Zirvelerde kartallar da bulunur  yılanlar da  Ancak birisi oraya süzülerek  diğeri ise sürünerek gelmiştir Önemli olan nereye gelmiş olduğunuzdan çok  nereden ve nasıl geldiğinizdir

- Uzun mesafelere ulaşmak  yakın mesafeleri aşmakla mümkündür.

- En büyük felaketler içinde bile ümidini kaybetme  unutma ki ilik  sert kemiğin içinden çıkar.

- Zalimler için yaşasın cehennem. 

- Mal cimrilerde  silah korkaklarda  karar da zayıflarda olursa işler bozulur.

- Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez. 

- Güzel gören güzel düşünür  güzel düşünen hayatından lezzet alır. 

- lüzumsuz şeylerin peşinden koşan  lüzumlu şeyleri kaçırır.


- inandığınız gibi yaşamazsanız  yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.


- üç şey kalbi öldürür  çok konuşmak  çok uyumak  çok yemek


- dünya cennete göre zindan  cehenneme göre ise cennet gibidir.

Mehmet Akif’in ilk kez yayınlanan safahat'ta da olmayan şiiri

mehmetakifersoy2 150x150 Mehmet Akifin ilk kez yayınlanan şiiri İstiklal Marşımızın şairi , ara ara arkadaşlarıyla hasretini mektuplarla giderdiği yıllarda Ispartalı Hakkı isminde bir dostuna yazmış bu şiiri.. İlk kez yayınlanan şiir Safahat’a da yer almamış.
Akif’in albümünden bir sima: Ispartalı Hakkı
‘Adı, soyadı / Açılır parantez / Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti / Kapanır, parantez. Parantezin içindeki çizgi / Ne varsa orda / Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci / Ne varsa orda…” İnsanların daha kadirşinas olduğu yıllarda yaşamıştı Behçet Necatigil. Buna rağmen hayatın iki parantez arasına alındığını hissediyor, bunu yediremiyordu kendine. Yine de biliyordu haklı olduğunu, tıpkı bizim bildiğimiz ve yaşadığımız gibi…
Ispartalı Hakkı; aç parantez, 1867 tire 1923, kapa parantez. Burada bitmesi mümkün değil elbette. Hele de vefat yıldönümünde gönlümüze düşen ortak dostumuz , neredeyse yüz yıl önceden tutup getirdiyse onu, bir bildiği vardır. Dönüp bakmak, anlamak, tanımak için gayret etmek gerekir. Akif vesilesiyle parantezleri birbirinden uzaklaştırmaya kastettik. O, ne kadarına delalet ederse artık…
Lakabından da anlaşılacağı gibi Ağlarcı(ca)zâde Mustafa Hakkı, Isparta doğumlu. Kayıtlara göre babasını 4 yaşında kaybediyor. Sıbyan Mektebi’nin ardından 13 yaşında hafızlığını tamamlıyor. O tarihten sonra adı annesi ve yakın akrabaları için Hakkı değil, Hafız. Rüştiye’den mezun olduktan sonra çalışmaya başladığı Menâfi Sandığı Katipliği Ziraat Bankası’na dönüştürülünce bir nevi onun da talihi değişiyor. Daha çocukluğunda okumaya, öğrenmeye duyduğu merakla yaşıtlarından ayrılan Ispartalı Hakkı, Ticaret ve Nafia Nezareti tarafından Nisan 1896′da Suriye, Beyrut vilayetleriyle Kudüs Sancağı Ziraat Bankası müfettişi olarak atanıyor. Aynı tarihlerde Orman Nezareti Hey’eti Fenniyesi’nde Beşinci Şube Muavini ‘Baytar Efendi’ de ordunun ihtiyacını karşılamak için gerekli alımları yapmak üzere Şam’da. Henüz 20′li yaşlarının başlarındaki Akif, kendisinden 6 yaş büyük Hakkı Bey’in adını Ispartalı bir dostundan duymuş ama hiç karşılaşmamışlar.
Hakkı Bey’in vefatından sonra oğlu tarafından elden çıkarılan evrak arasındaki mektuplara göre tanışıklık için ilk adımı atıyor. 17 Teşrinievvel 1312 (29 Ekim 1896) tarihinde yazdığı mektuba ‘Azizim’ diye giriyor Akif. “Acizinize karşı alel gıyab bir hüsn-ü teveccüh göstermekte olduğunuzu ziraat talebesi Şevki Efendi’den istişbar eylemiş idim” girizgâhının ardından “Burayı ne vakit teşrif edeceğinizden kulunuzu haberdar buyurursanız cidden minnettar olurum efendim” diyerek bağlıyor kelâmı. İmza; Şam’da hayvan mübayeasına memur Baytar .
Şam’da başlayan tanışıklık, ikilinin İstanbul’a dönmesiyle yerini dostluğa bırakıyor. Hakkı Bey İstanbul’da devrin önemli mütefekkirleriyle aynı ortamlarda bulunuyor. Kimi sohbet meclislerinin aşina siması, kimi derin fikir teatilerinin aranan muhatabı. İttihad ve Terakki Cemiyeti’yle faaliyet göstermeye başlayan Ispartalı’ya Şûrayı Ümmet’te seçim makaleleri yazma vazifesi veriliyor. Yapması gereken, seçimi halkın anlayacağı biçimde anlatmak. Ahmet Ağaoğlu başkanlığında kurulan propaganda ekibinde de görev alıyor Hakkı Bey. Ona ayrılan güzergâh Şehzadebaşı ve Vezneciler. Geceleri kahve ve gazinoları dolaşıyor. henüz İttihatçılarla yolunu ayırmamış, bazı gecelerde o da eşlik ediyor Hakkı Bey’e. İkinci Meşrutiyet’ten sonra iki dönem Isparta mebusluğu yapan Hakkı Bey, kiradan kurtulup Haseki Caddesi’ndeki 40 numaralı evine taşındığında Akif’in kız kardeşi Nuriye Hanım ve eşi Arif Hikmet Çobanoğlu’na komşu oluyor. Bu yakınlık vesilesiyle aileler de katılıyor halkaya.
Hakkı Bey için en önemli sorunlardan biri dilin sadeleşmesi. Türkçülük, halka inmeyen, halkı beslemeyen yazarlar ona ters düşüyor. Türk edebiyatının büyük isimlerinden Abdülhak Hamid için başkaları ‘En büyük şair, dâhi. Öyle bir zaman gelecek ki Sultan Abdülhamid için Hamid’in saltanat-ı edebiyyesi devrinde icra-i saltanat etti denecek’ derken o eleştiri oklarını pervasızca savuruyor: “Bizden çok uzaklarda, daima bulutlarda, bulutların üstünde… Lakin gölgesi üstümüze düşmüyor ki… Acaba ‘Eşber’ şairi, Dühter-i Hindu müellifi, göklerde dolaşırken yerlerde kıvranan bizleri görmez mi? Bizim yerlerde kopan figanlarımızı işitmez mi?”
Safahat’ın ilk cildi neşredildikten sonra Sırat-ı Müstakim’de Hakkı Bey’in ‘Akif ve Safahat’ adlı makalesi yayımlanıyor. Önce Akif’e ve şiirine aşinalığından bahis açıyor. “Bunların pek çoğuna benim ruhum ilk makes olmuştur. Bunları ben kâh bir ırmak gibi çağlayarak, kâh bağrından pınarlar kaynayan bir kaya gibi inleyerek dinledim. Hususa, insan aşka liyakati olmasa da hüsnün cazibesine kapılabilir. Musikiden çok anlamamak bülbül terennümati ile mütehassis olmaya mani değildir.” Akif yakın dosttu, hatta sırdaşı. Lakin o da alıyor Hakkı Bey’in Türkçe konusundaki hassasiyetinden nasibini. Henüz 30′larında olan genç Akif’in dilini de ağır ve anlaşılmaz buluyor ve bunu ifade etmekten sakınmıyor Hakkı Bey. “Safahat ister bir deste gül olsun, ister bir bahçe gülistan olsun bunun bana ziyade dokunan bir ciheti vardır. Bir cihet ki beni bir diken kadar kuşkulandırır, gocundurur. Bu cihet, şairimizi tâzipten halî değildir. … Türkçemizin hukuku gasp edilmiş olursa… Yalnız Türkçe bilenlerin bunlardan hisse almaları nez’edilmiş olursa… Bu hâl ruha dokunmaz mı?”
Akif’in albümünden bir sima: Ispartalı Hakkı
siir Mehmet Akifin ilk kez yayınlanan şiiri
, seyrek de olsa yıllarca sürdürüyor Ispartalı Hakkı’yla yazışmayı. Mektuplarını kısa tutan İstiklal Marşı Şairi, beraberine eklediği şiirlerle dostlarının gönlünü alıyor. Safahat’a almadığı bu şiir Ispartalı’ya gönderilmiş.
Mücadeleleri hiç bitmiyor. Hakkı Bey gazetelerden ’in Babanzâde ile birlikte Arapça kamus hazırlayacağını okumuş. Yüz yüze görüşemiyorlar o sıralar herhâlde. Yine sarılmış kaleme. Yedi sayfa anlatmış… “Canımın, vicdanımın yârı, benim aziz Akif’im, Üstadımız Naim ile Şevket’le daha bazı fâzıl zatlarla elbir edip Kamus-ı Arabî telifine başladığınızı gazeteler yazınca… Bana hikmet satıyorsun diye sakın çıkışmayasın. Ama bunu söylemesem derd olur, hem de öteki söyleyeceklerimi söyleyemem. Vakıa ben bu yaştan sonra Arapça öğrenecek değilim. Belki oğullarım da öğrenmeyecekler. Bilirsin ben ve oğullarım sözdür. Babadan oğuldan kastım zerresi olduğumuz muhterem millettir. … Türkçe kuvvetini bulmak için yalnız Arapçadan değil dünyanın bütün dillerinden kereste almış ve alacaktır. Lakin aldığını kullanma hususunda mülahaza gerek.”
Elimizdeki malzeme Akif’in bu şikâyetlere ne cevap verdiğini görmek için yeterli değil maalesef… Lakin Şairimizi Fransızcasını ilerletmeye ve Batı edebiyatını takip etmeye yönlendiren kişinin Ispartalı Hakkı olduğu biliniyor. Bunu, bir mektubunda “Şam’da iken beni eş’ar-ı abdârımdan (parlak şiirlerimden) soğutmuş idin de gece gündüz gavurca ile uğraşıp duruyordum.” hatırlatmasını yapan Akif de doğruluyor.
23 Temmuz 1912′de İkinci Meşrutiyet’in ikinci yasama dönemi meclisi feshedilince milletvekilleri açıkta kalıyor ve aylıkları kesiliyor. Aynı günlerde Darülfünun’a Metinler Şerhi muallimliği ataması yapılacak. Darulfünun müderrislerinden ’in adayı Hakkı Bey. Uğraşıyor, didiniyor; ancak nafile: “İki gözüm Hakkı, dün sabah Darülfünûn’a gittim. İsmail Hakkı Bey’den işi anladım: Benim dediğim gibi imiş. Münhal olan muallimlik benim geçen sene okuttuğum derstir ki ona iki hafta evveli bizim Ferid [Kam] beyi intihab etmiş idik. Ancak henüz Nezaret’ce tevcih olunmamış. Bu Pazar günü Encümen-i Muallimîn tekrar toplanacak. Tabiidir ki karar-ı sâbıkında ısrar ile yine Ferid’i intihab edecek. Artık nasip değilmiş diyerek başka bir işe bakmalıyız. Hem ben senin mebus olacağını kavi surette tahmin ediyorum. Olmasan bile senin için iş çoktur: Zift gibi malın olsun Erzincan’dan kel çeker!! Sebilürreşad’ın hem müfessir hem şairbaşısı , 6 Eylül 1328 (19 Eylül 1912)”
(***)
Akif’le Hasbihal
, seyrek de olsa yıllarca sürdürüyor Ispartalı Hakkı’yla yazışmayı. Mektuplarını kısa tutan İstiklal Marşı Şairi, beraberine eklediği şiirlerle dostlarının gönlünü alıyor. Safahat’a almadığı bu şiir Ispartalı’ya gönderilmiş.

Hasbihal
Bugün yaşım otuz üç; ben demek otuz üç yıl
Kapılmışım bu serab-ı hayata; hem de nasıl:
Bütün kavafil-i âmâl önümde can berleb,
Durur iken yine ben sîne çâk çâk taleb,
Uzakta şöyle heyülâda görsem ümmidim
Teşahhus etti sanır da hemen seğirtirdim!
Hayale peyrev olup döndüğüm bu feyzada
Değildi bir demim olsun belâdan âzâde
Adım başında felâket; adım başında muhat
Ne bir kenâr-ı selâmet; ne bir tarîk-ı necat
Sağımda ağzını açmış amîk bir uçurum;
Solumda inmede dehşetli bir kasırga hücum!
Gidilse leyle-i âtî kadar karanlık çöl!
Dönülse devre-i mâzî gibi kapanmış yol!
Fakat tereddüde, ârâma var mıdır imkân?
Sürüklenir gider elbette dalgaya kapılan.
Uğraştım onca muhacimle bir zaman heyhat
Sonunda tâb ü tüvânım kesildi bitti sebat
Karardı gözlerim artık ne oldu bilmiyorum
Açıldı pîş-i hayalimde başka bir uçurum
Yuvarlanıp düşecektim o cah-ı muzlime ben
Önümde nur-ı ilâhî gibi göründün sen
Yarıp o zulmeti sâyende işte kurtuldum
Dalâle doğru giderken reşâde doğruldum
Göründü dîde-i hakbîne şimdi âlem-i ruh
Uyandı leyle-i ruhumda bir sabah-ı fütuh
Hayat namına ben gerçi sersericesine
Dolaşmışım bu fezâ-yı hayâli bunca sene
Fakat bugün o geçmiş demlerin nihâyetidir
Hayat varsa benimçün bugün bidâyetidir
Felekte ben de acep gün görür müyüm derken
Sabah-ı sermede kalb eyledin leyâlimi sen
Sen ey nigâhımı bîdâr eden ilâhî nur
Kemâl-i feyzin ile olduğun zaman manzur
Degişti sanki muhitim, açıldı başka cihan
Çekildi ufkumu tazyik eden sehab-ı giran
Baharlar uçuyor şimdi asümânımda
Teraneler ötüyor tâ samîm-i cânımda
Muhabbetin ne kadar mucizata mazharmış
Bugün ben anlıyorum başka bir cihan varmış
Gülzâr-ı hayalime suret veren musavver ruh
Kitab-ı sineme bir bak ne dilfirib vuzuh
İçinde gösteriyor âlem sabahatini
O safhadan oku gel sen de kendi hikmetini
Bu kâinatta görmekteyim bütün seni âh
Biraz da gel edeyim sende kâinâta nigâh
Ümidi, ye’si,maişet bela-yı hâilini
Bu kârzâr cihânın bütün gavailini
Hülasa her ne kadar kayd varsa cümlesini
Hayalden silerek yazdım işte sade seni
Bugün düşünm(üy)orum hiç kendi âtimi
Düşünmek istemiş olsam da nerde kabil mi?
Senin fezaları lebriz eden hayalinle
Sığar mı başka endişe tenknâ-yı dile?
Seninle başladı mâdâm bende feyz-i hayat
Hüda bilir edemem bir de masivâ isbat
Mehmed Âkif
/ 23 Mayıs 321 / 5 Haziran 1905

Mount Wilson Teleskobu



1929 yılına kadar bilim dünyasının evrenin yapısıyla ilgili en kabul gören açıklaması; Sonsuz dan delip sonsuza giden, yani zamanda ve boyutta sonsuz olan sabit bir evren senaryosuydu. Bu senaryo uzun yıllar boyunca hiç bir ciddi rakiple karşılaşmadan kabul gördü. 1922 yılında Alexander Friedmann tarafından Big Bang adında yeni bir teori ortaya atıldı. Bu teoriye göre evren 15 milyar yıl önce büyük bir patlama sonucunda yoktan yaratılmıştı. Fakat sadece Friedmann’ın hesaplamaları bilim dünyasında büyük oranda kabul gören sabit evren fikrini değiştirmek için yeterli değildi. Edwin Hubble 1929 yılında Mount Wilson gözlem evinde yürütüğü bir dizi gözlem sonucunda evrenin devamlı genişlemekte olduğunu ispatladı, bu ispat Big Bang teorisi için çok büyük bir kanıttı. Hubble’ın bu buluşu teorinin büyük bir bilim kesimi tarafından kabul görmesini sağladı.

Ortaya atıldığı günden beri bir çok yeni kanıtla güçlenen Big Bang, artık tüm bilim adamlarının kabul ettiği rakipsiz bir teori. Şüphesiz bu teorinin en büyük kanıtı evrenin genişliyor olduğunun keşfiydi. 20 Aralık 1904’te inşa edilen Mount Wilson Teleskobu evrenin genişlemesinin ve dolayısıyla Big Bang teorisinin kanıtlanmasında oynadığı büyük rol ile bilim tarihinde kendisine sarsılmaz bir yer edindi. Günümüzde yapılan yeni çalışmalar için belki yetersiz bir teleskop artık ama tarihe silinmez iz bırakan Mount Wilson, umarız ki bilim tarihin bir anıtı olarak daha nice yüzyıllara ulaşır.

10 soruda grip ve soğuk algınlığı

International Hospital’da İnfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Dilek Leyla Mamçu, soğuk algınlığı ve grip hakkında bilgiler verdi.
     
10 SORUDA SOĞUK ALGINLIĞI
       1. Nedir?
       Soğuk Algınlığı; çeşitli virüslerin yol açtığı, üst solunum yollarında bazı belirtilere yol açan ‘hafif’ seyirli bir hastalıktır.
     
       2. En çok kimlerde görülür?
       Yetişkinlerde ve çocuklarda en sık görülen hastalıktır.
     
       3. Tedavide antibiyotik kullanılır mı?
       Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri olmamasına rağmen bu konuda sıklıkla yanlış yapılır.
     
       4. Yaygın bir infeksiyon olarak nitelendirilebilir mi?
       Soğuk algınlığı o kadar yaygın bir infeksiyondur ki, çok az insan bir yılı yakınmasız geçirebilir. Gelişen ulaşım olanakları sayesinde etken virüsler dünyanın her yerinde ve ikliminde infeksiyonun ortaya çıkmasına yol açabilir.
       
       5. Neden havaların soğuması mıdır?

       Soğuğun direkt olarak hastalığa yol açtığı söylenemez. Soğuk algınlığı genellikle okulların açılması ile eş zamanlı olarak sonbahar mevsiminde görülmeye başlar.
     
       6. Hangi mevsimde daha sık görülür?
       Soğuk algınlığı en sık kış mevsiminde görülür. Bunun başlıca nedenleri arasında kötü havalandırılan ortamlarda daha çok zaman geçirilmesi, güneş ışınlarının daha az oluşu, daha çok toplu halde yaşanması, bu mevsimde stresin daha fazla olması ve burundaki koruyucu mukozanın soğuması ile virüslerin hızla çoğalması sayılabilir.
     
       7. Yakalanma riskini arttıran faktörler nelerdir?
       Riski arttıran bazı özel faktörler söz konusudur: Uzun mesafeli uçak yolculukları; 200 - 400 kişinin aynı hava kaynağı ile birbirlerine infeksiyon bulaştırmalarını kolaylaştırır. Yabancı bölgelere yapılan seyahatler de o bölgedeki virüslerin alınmasına sebep olabilir. Klimalar da önemli risk faktörleri arasındadır; havadaki nemi aldıkları için burundaki koruyucu mukoza ortamını kuruturlar ve infeksiyona yatkın hale getirirler.
     
       8. Stres bir risk faktörü müdür?
       Stres, tek başına immün (bağışıklık) sistemini baskılayarak infeksiyon etkenlerinin üremesini kolaylaştıran bir diğer önemli risk faktörüdür.
     
       9. Soğuk algınlığı virüsleri nasıl bulaşır?
       Etken virüslerin bulaşması; hastaların mikrop içeren burun veya ağız salgılarıyla bulaşmış elleri ve eşyalarıyla olabileceği gibi, havadaki küçük veya büyük parçacıklar içindeki virüslerin solunması ile de olabilir.
     
       10. Ölümcül olabilir mi?
       Bebekler, çok yaşlılar ve bağışıklık sistemi problemli olan kişilerde hastalık çok ciddi, hatta ölümcül olabilir.
     
KLİNİK BELİRTİ VE BULGULAR NELERDİR?
       Hastalığın bünyeye yerleşme süresi 24 - 72 saat arasında değişir. İlk belirti kuru kaşıntılı boğaz ağrısıdır. Ateş normaldir veya hafif yükselebilir. Bebek ve küçük çocuklarda ateş daha yüksektir. En sık görülen belirtiler, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, boğazda yanma ve öksürüktür. Koku ve tat duygusunun azalması, kulaklarda basınç hissi ve ses kalitesindeki değişiklikler gibi durumlara da sıkça rastlanır. Belirtiler ortalama 7 gün sürer. Vakaların dörtte birinde bu süreç 2 haftaya kadar uzayabilir.
     
SOĞUK ALGINLIĞINDAN KORUNMA YÖNTEMLERİ
       Kapalı ve kalabalık yerlerde hastalık hızla yayılır. Dolayısıyla açık havada ve havalandırması iyi olan yerlerde bulunmak infeksiyon riskini azaltır.
       Virüsler, mikrobun bulaştığı yerlerde (kapı tokmağı, telefon gibi) canlı kalabildikleri için, bu yüzeylere temastan sonra virüsleri rahatlıkla burnumuza veya gözlerimize transfer edebiliriz. Bunu engellemek için ellerimizi sık sık sabunlu su ile yıkamalıyız.
     
SOĞUK ALGINLIĞINDA NASIL BİR TEDAVİ UYGULANIR?
       Soğuk algınlığı tedavisinde antibiyotiklerin yeri yoktur. Tedavi belirtilere göre yapılmalıdır. Burun tıkanıklığını giderici spreyler veya burun damlaları, öksürük giderici ilaçlar, baş ağrısını azaltmak için ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca istirahat edilmesi ve stresten uzak durulması da vücut direncinin yeniden kazanılmasına yardım eder.
       Bu tedavilere ek olarak, ABD’de hastaların üçte biri, Avrupa’da % 40 - 70’i alternatif tedavi kullanmaktadır. Alternatif tedavi olarak sıklıkla esansiyel yağlardan oluşan mentol, içinde bir sülfür bileşiği olan ‘Ajoenc’in etkisinden yararlanmak için sarımsak, çinko ve yüksek dozlarda (günde 1 - 2 gram) C Vitamini alınarak antioksidan etkilerden yarar sağlayabilmektedir.
     
10 SORUDA GRİP
       1. Nedir?
       Grip; ateş, öksürük, baş ağrısı, halsizlik ve kas ağrıları ile seyreden akut bir virüs hastalığıdır.
     
       2. Soğuk algınlığından ve diğer solunum sistemi hastalıklarından farkı var mıdır?
       Kesinlikle farklıdır. Grip; ülkeler ve kıtalar arası yaygınlaşma özelliğine sahip olan bir hastalık olarak ciddi akciğer hastalıklarına yol açabilmesinden dolayı soğuk algınlığından ve diğer solunum sistemi hastalıklarından farklıdır.
     
       3. Soğuk algınlığı ile benzer özellikleri var mıdır?
       Grip ve soğuk algınlığı bulaşma şekilleri ve belirtiler yönünden benzerlik gösterirler. Ancak gripte baş ağrısı, kas ağrıları ve ateş daha ön plandadır.
     
       4. Medikal tedavide ne tür ilaçlar kullanılır?
       Grip tedavisinde bazı antiviral ilaçlar kullanılabilir.
     
       5. Gripten korunma yöntemi nedir?
       Günümüzde grip (influenza) aşıları gripten korunmanın en güvenli yoludur. Bu aşılar ülkemizde de başarı ile uygulanmaktadır.
     
       6. Aşı ne zaman ve nasıl uygulanmalıdır?
       İnfluenza aşıları Eylül - Aralık ayları arasında tek doz olarak üst kolun dış yüzeyine uygulanır.
     
       7. Bebekler ve küçük çocuklar için de aşı uygulama şekli ve doz aynı mıdır?
       Bebekler ve küçük çocuklarda uyluğun ön yüzünden kas içine yapılabilir. Daha önce aşılanmış 9 yaş altı çocuklara birer ay ara ile 2 doz önerilmektedir.
       
       8. Gebelikte aşı yapılması doğru mudur?

       Kesinlikle doğrudur. Gebeler de aşılanması gereken grup içinde yer almaktadır.
     
       9. Grip olduğunda hastalık riskinin arttığı gruplara da aşı uygulanabilir mi?
       Elbette. Astım, kronik akciğer veya kalp hastalığı, şeker hastalığı, böbrek yetmezliği, kan hastalığı gibi bir hastalığı olanlar bu gruba dahildir. Bu kişiler de kesinlikle aşılanmalıdır.
     
       10. Grip aşısı olması gereken grup içinde başka kimler vardır?
* Sağlık Personeli (doktor, hemşire ve diğer personel),
* Huzurevi ve kronik bakım ünitelerinde çalışanlar,
* Ev hemşireleri,
* 65 yaş ve üzerindekiler,
* Dış ülkelere seyahat edecek olanlar,
* Önemli etkinliklerin kesintiye uğramasını en aza indirmek için önemli toplum hizmeti verenler.

Bediüzzamandan vecizeler



Nefis
Ey nefsim! Deme 'zaman değişmiş asır başkalaşmış herkes dünyaya dalmış hayata perestiş eder. Derd-i maişetle şarhoştur.' Çünkü ölüm değişmiyor. Firak bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşeri fakr-ı insani değişmiyor ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor sürat peyda ediyor. 

Dünya hayatı

Hayatın lezzetini zevkini isterseniz hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. 

Gençlik

Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada hem kabirde hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz o gençlik manen baki kalacak ve edebi bir gençlik kazanmasına vesile olacak.
Dünyada gençliğe muhabbet yani ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi: dar-ı saadette edebi bir gençliktir.

insan
İnsan bir yolcudur. Sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir olan kimse beraberce getiremediği birşeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi bu şehirden de çıkacaksın. Ve keza bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz olarak çıkmaya çalış.



Einstein’ın Son Zaferi

Einstein 1905 ’te ileri sürdüğü Özel Görelik kuramı ile insanların evrene bakışını, madde ve zamanı algılayışını ciddi bir şekilde sorgulamış oluyordu. Teori bazı bilim adamları tarafından oldukça etkileyici bulunsa da bir çok bilim adamına göre bunlar Einstein ’in geniş hayal gücünün ürünlerinden başka bir şey değildi ve hiç bir geçerliliği yoktu. Bu tartışmalar devam ederken 1915 yılında ikinci büyük teorisi olan Genel Görelik teorisini yayınlayan Einstein, bilim dünyasın da yeni bir depreme sebep oldu. İzafiyeti anlamakta zorluk çeken kişiler teoriyi reddetmeyi anlamaktan daha çekici ve kolay buluyorlardı. Teorisinin doğruluğundan hiç bir şüphe duymayan Einstein, çok az bilim adamının göstere bileceği cesaretle "deneysel bir sorgulamada ortaya çıkabilecek her hangi bir olumsuz sonucun teorisinin yanlışlığını göstermek için yererli olduğunu" çekinmeden söyleyebiliyordu. Teorinin ilk sınanışı 29 Mayıs 1919 bir güneş tutulması sırasında gerçekleşti. Tutulma sırasında oluşan rahat gözlem fırsatını kullanan bilim adamları, güneşin uzay zamanı eğmesi sonucunda, gözlemlenen bir yıldızın konumunun değişmesine neden olduğunu (tamda izafiyet teorisi uygun olarak) kanıtlanmış oldu. Bu gözlem Einstein ve İzafiyet Teorisinin ilk zaferiydi. Daha sonra yapılan hesaplamalarla Merkür yörüngesinde ki açıklanamayan düzensizliği çözümlemesi teorinin büyük oranda kabul görmesini sağladı.

Günümüze kadar yapılan bir çok deneyle sınanan ve tüm testlerden büyük başarıyla çıkan teori, yapılan son testide büyük başarı ile geçti.. Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşünün uzay-zaman üzerinde meydana getirdiği sapmayı "çerçeve sürüklenmesi etkisini" test etmek için ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından yapılan son sınama deneyinde, LAGEOS 1 ve LAGEOS 2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapma lazer ışını kullanılarak ölçüldü, elde edilen veriler genel görelik teorisi ile yapılan hesaplamalarla %99 oranında uyumlu bulundu. Yani Einstein ve İzafiyet teorisi bir kez daha zafer kazandı.

15 Ekim 2010 Cuma

utansın

Tohum saç bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylân koşmana bak sen!
Çatlarsan doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk
Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın!
                                              N.F.K

güzel sözler

- tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur
                                                             N.F.K
- doğru söylemek haktır fakat her doğruyu her yerde söylemek senin hakkın değil.
                                                                                                                  Bediüzzaman
- güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır
                                                                                           Bediüzzaman
- Tereddüt edersen bacakların seni taşımaz.“Yürüyeceğim” de, bas ve yürü!
                                                                                                         N.F.K

inanmaz

Ticaretin tümü ziyan!” diye bir ses rüyada;
Mezarına birlikte girecek şeyi kazan!
Seni gözleyen eşya, bitpazarı dünyada,
Patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan.
Minarede “ölü var!” diye bir acı salâ…
Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne alâ!
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan…
                                                N.F.K

14 Ekim 2010 Perşembe

fon müzik için mp3'ler

http://mp3bear.com/

bolaga müzik eklemek

 Blogunuza müzik eklemek için kullanabileceğiniz şuandaki en iyi yol divshare.com, siteye üyelik ve kullanım da oldukça kolay. üstelik sadece müzik değil, resim, video ve dökümanlarınızı da bu siteye yükleyebilirsiniz. Şimdi size resimli bir şekilde divshare üyesi olmayı ve bu siteden blogunuza müzik yüklemeyi anlatacağım.

Öncelikle sign up sayfasından divshare'ye üye olun. Üye olmak için tıklayın.



Üyeliğin hemen ardından hesap sayfanız açılır, eğer ekrana sitenin kendi reklamı çıkarsa No thanks bölümüne tıklayın reklam yok olacaktır.


Daha sonra hesabınıza girince sayfanın üstündeki kısımda bulunan dashboard bölümüne tıklayın. Bu sayede hesap sayfanız açılacaktır. Açılan sayfada bulunan Upload a new file düğmesine tıklayın.


Açılan yeni sayfadaki Dosya Seç düğmesine tıklayıp, yüklemek istediğiniz müziği bulun ve tamam deyin. Daha sonra hemen alttaki Upload düğmesine tıklayın.

Müzik parçası yüklenmeye başlayacaktır.

Müzik yüklendikten sonra tekrar sayfanın üstündeki dashboard yazısına tıklayın. Açılan sayfada yüklediğiniz müzik parçası görünecektir.

Bu müzik parçasının üzerine gelip tıklayın. Bu sayede müziğin bir önizlemesi karşımıza çıkacak. Burada da Embed yazan yere tıklayın.

Açılan bu yeni sayfada sol bölümden müzik playerın rengini ve şeklini değiştirebilirsiniz. Playerın renk ve şekil seçimini yaptıktan sonra da sağ yandaki Ember Code bölümündeki kodları kopyalayıp, sitenizin ya da yazı konunuzun istediğiniz yerine bu kodları yapıştırabilirsiniz.
alıntıdır: kerimsel

idman (idm) internet download menager indir

 internetten hızlı indirme için bu programı kullanın; internet download menager kısacası idma. video, klipler, filmler ve diğer dosyalarınızı seri bir şekilde indirin
http://www.gezginler.net/modules/mydownloads/singlefile.php?download=internet-download-manager&lid=1435

ALTIN ORAN NEDİR

Altın oran, doğada sayısız canlının ve cansızın şeklinde ve yapısında bulunan özel bir orandır. Doğada bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, yüzyıllarca sanat ve mimaride uygulanmış, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır. Doğada en belirgin örneklerine insan vücudunda, deniz kabuklularında ve ağaç dallarında rastlanır. Platon'a göre kozmik fiziğin anahtarı bu orandır. Altın oranı bir dikdörtgenin boyunun enine olan "en estetik" oranı olarak tanımlayanlar da vardır.
Eski Mısırlılar ve Yunanlılar tarafından keşfedilmiş, mimaride ve sanatta kullanılmıştır. Göze çok hoş gelen bir orandır.

Altın Oran; CB / AC = AB / CB = 1.618; bu oranın değeri her ölçü için 1.618 dir.
Bir doğru parçasının (AB) Altın Oran'a uygun biçimde iki parçaya bölünmesi gerektiğinde, bu doğru öyle bir noktadan (C) bölünmelidir ki; küçük parçanın (AC) büyük parçaya (CB) oranı, büyük parçanın (CB) bütün doğruya (AB) oranına eşit olsun.
Altın Oran, pi (π) gibi irrasyonel bir sayıdır ve ondalık sistemde yazılışı; 1.618033988749894...'tür. (noktadan sonraki ilk 15 basamak). Bu oranın kısaca gösterimi: \frac{1+\sqrt{5}} {2} olur. Altın Oranın ifade edilmesi için kullanılan sembol, Fi yani Φ'dir.

Allah kainatı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır. Uzayda, yeryüzünde, canlılarda, bitkilerde olağanüstü bir uyum, insanı hayrete düşüren ve hayranlık uyandıran harikalıklar vardır. Rabbimiz bu olağanüstülüğü Mülk Suresi'nde şu şekilde bildirilmektedir:
... Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
İnsanoğlu kainatı, doğayı, hayvanları, bitkileri ve insan vücudunu inceledikçe Allah'ın sonsuz sanatının örneklerini daha yakından fark eder ve bu yaratılış harikalıkları kişinin imanda derinleşmesine, Allah korkusunun ve Allah sevgisinin artmasına vesile olur.
Bir ayçiçeğinin yapraklarında, salyangozun kabuğunda, çam kozalağında ya da parmaklarımızın uzunluğunda bulunan matematiksel oran da bu olağanüstülüklerden bir tanesidir. Bilim adamlarının "Altın oran" ismini verdikleri bu hayranlık uyandıran uyumu şu şekilde tanımlamak mümkündür:
İtalya'nın Pisa Kenti'nden "Leonardo Pisano" veya lakabı olan "Fibonacci", Ortaçağ'ın en etkili matematikçisi olarak anılır. Fibonacci'nin bulduğu sayı dizisi, kendi adı olan Fibonacci sayıları olarak anılmaktadır. Bu sayıların özelliği, dizideki sayılardan her birinin kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır.1
Fibonacci dizisi  0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, ... şeklinde ilerlemektedir.

Dizideki sayıları bir öncekine böldüğünüzde, birbirine çok yakın sayılar elde edersiniz. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı sabitlenir. İşte bu sayı "altın oran" olarak adlandırılan 1,618'dir.
233   / 144    = 1,618
377   / 233    = 1,618
610   / 377    = 1,618
987   / 610    = 1,618
1597 / 987     = 1,618
2584 / 1597    = 1,618
Bu oran Allah'ın bir mucizesi olarak, doğadaki birçok varlıkta gözlenebilir. Hücrelerimizin içindeki DNA sarmalından, uzaydaki galaksilerin şekillerine kadar altın oranı bulmak mümkündür. Talak Suresi'nde "Rabbimiz'in herşey için bir ölçü kıldığı" bildirilmektedir. (Talak Suresi, 3) İşte Altın Oran da Allah'ın dış alemde bizler için var ettiği yaratılış delillerinden biridir.

 MİCRODÜNYADA ALTIN ORAN

Geometrik şekiller sadece üçgen, kare veya beşgen, altıgen ile kısıtlı değildir. Bu saydığımız şekiller değişik şekillerde de biraraya gelerek yeni üç boyutlu geometrik şekiller oluşturabilirler. Bu konuda ilk olarak küp ve piramit örnek olarak verilebilir. Ancak bunların dışında, günlük hayatta hiç karşılaşmadığımız hatta ismini dahi ilk defa duyduğumuz tetrahedron (düzgün dört yüzlü), oktahedron, dodekahedron ve ikosahedron gibi üç boyutlu şekillerde vardır. Dodekahadron 13 tane beşgenden, ikosahedron ise 20 adet üçgenden oluşur. Bilim adamları bu şekilleri matematiksel olarak birbirine dönüşebileceğini ve bu dönüşümün altın orana bağlı oranlarla gerçekleştiğini bulmuşlardır.

Miroorganizmalarda altın oran barındıran üç boyutlu formlar oldukça yaygındır. Birçok virüs ikosahedron yapısında bir biçime sahiptir. Bunların en ünlüsü Adeno virüsüdür. Adeno virüsünün protein kılıfı, 252 adet protein alt biriminin düzenli bir biçimde dizilmesi ile oluşur. İkosahedronun köşelerinde yer alan 12 alt birim ise beşgen prizmalar biçimdedir. Bu köşelerden diken benzeri yapılar uzanır.

Virüslerin altın oranları bünyesinde barındıran formlarda olduğunu tespit eden ilk kişi 1950'li yıllarda Londra'daki Birkbeck Koleji'nden A. Klug ile D. Caspar'dır.(J. H. Mogle, et al., "The Stucture and Function of Viruses", Edward Arnold, London, 1978.) Üzerinde ilk tespit yapılan virüs ise Polyo virüsüdür. Rhino 14 virüsü de Polyo virüsü ile aynı formu gösterir.

Peki acaba virüsler neden biz insanların zihnimizde canlandırmasını bile zorlukla yapabildiğimiz, böyle altın orana dayalı özel bir formlara sahiptirler? Bu formların kaşifi A. Klug bu konuyu şöyle açıklıyor:
"Caspar ile ben, küresel bir virüs kılıfı için optimum tasarımın ikosahedron tarzı bir simetriye dayandığını gösterdik. Böyle bir düzenleme bağlantılardaki sayıyı en aza indirir... Buckminster Fuller'in yarı küresel jeodezik kubbelerinden(Buckminster Fuller'in Jeodezik Kubbe tasarımları hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Teknoloji Doğayı Taklit Ediyor, Biyomimetik, Harun Yahya, Global Yayıncılık, İstanbul.) çoğu da benzer bir geometriye göre inşa edilirler. Bu kubbelerin oldukça ayrıntılı bir şemaya uyularak monte edilmeleri gerekir. Halbuki virüs, bir virüs kılıfı, alt birimlerinin esnekliğinden ötürü kendi kendini inşa eder."(A. Klug "Molecules on Grand Scale", New Scientist, 1561:46, 1987.)
Klug'un bu açıklaması çok açık bir gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır. Bilim adamlarının "en basit ve en küçük canlı parçalarından biri"(Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 82) olarak gördükleri virüslerde bile hassas bir planlama ve akıllı bir tasarım vardır. Bu tasarım, dünyanın önde gelen mimarlarından Buckminster Fuller'ın gerçekleştirdiği tasarımlardan çok daha başarılı ve üstündür.
Dodekahedron ile ikosahedron, tek hücreli deniz yaratıkları olan ışınlıların silisten yapılma iskeletlerinde de ortaya çıkar.
Işınlılar (radiolaria), her köşesinden birer yalancı ayak çıkan düzgün Dodekahedron gibi, bu iki geometrik formdan kaynaklanan yapıları, yüzeylerindeki çok çeşitli oluşumlarla birlikte değişik güzellikteki bedenleri oluştururlar.(Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 85)
Büyüklükleri bir milimetreden daha küçük olan bu organizmalara örnek olarak, ikosahedron yapılı Circigonia Icosahedra ile dodekahedran iskeletli Circorhegma Dodecahedra'nın adları verilebilir.(Değişik ışınlı bedenleri için bakınız: "H. Weyl, Synnetry, Princeton, 1952.)

İNSAN VÜCUDU VE ALTIN ORAN
Sanatçılar, bilim adamları ve tasarımcılar, araştırmalarını yaparken ya da ürünlerini ortaya koyarlarken orantıları altın orana göre belirlenmiş insan bedenini ölçü olarak alırlar. Leonardo da Vinci ve Corbusier tasarımlarını yaparken altın orana göre belirlenmiş insan vücudunu ölçü almışlardır. Günümüz mimarlarının en önemli başvuru kitaplarından biri olan Neufert'te de altın orana göre belirlenmiş insan vücudu temel alınmaktadır.

İNSAN VÜCUDUNDA ALTIN ORAN

Bedenin çeşitli kısımları arasında var olduğu öne sürülen ve yaklaşık altın oran değerlerine uyan "ideal" orantı ilişkileri genel olarak bir şema halinde gösterilebilir.(J. Cumming, Nucleus: Architecture and Building Construction, Longman, 1985.)

Aşağıdaki şemada yer alan M/m oranı her zaman altın orana denktir: M/m=1,618

İnsan vücudunda altın orana verilebilecek ilk örnek; göbek ile ayak arasındaki mesafe 1 birim olarak kabul edildiğinde, insan boyunun 1,618'e denk gelmesidir. Bunun dışında vücudumuzda yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:

Parmak ucu-dirsek arası / El bileği-dirsek arası,
Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe / Kafa boyu,
Göbek-baş ucu arası mesafe / Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe,
Göbek-diz arası / Diz-ayak ucu arası.

İnsan Eli

Elinizi derginin sayfasından çekip ve işaret parmağınızın şekline bir bakın. Muhtemelen orada da altın orana şahit olacaksınız.

Parmaklarımız üç boğumludur. Parmağın tam boyunun İlk iki boğuma oranı altın oranı verir (baş parmak dışındaki parmaklar için). Ayrıca orta parmağın serçe parmağına oranında da altın oran olduğunu fark edebilirsiniz. (Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 87.)

2 eliniz var, iki elinizdeki parmaklar 3 bölümden oluşur. Her elinizde 5 parmak vardır ve bunlardan sadece 8'i altın orana göre boğumlanmıştır. 2, 3, 5 ve 8 fibonocci sayılarına uyar.
İnsan Yüzünde Altın Oran

İnsan yüzünde de birçok altın oran vardır. Ancak bunu elinize hemen bir cetvel alıp insanların yüzünde ölçüler almayı denemeyin. Çünkü bu oranlandırma, bilim adamları ve sanatkarların beraberce kabul ettikleri "ideal bir insan yüzü" için geçerlidir.

Örneğin üst çenedeki ön iki dişin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. İlk dişin genişliğinin merkezden ikinci dişe oranı da altın orana dayanır. Bunlar bir dişçinin dikkate alabileceği en ideal oranlardır. Bunların dışında insan yüzünde yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:

Yüzün boyu / Yüzün genişliği,
Dudak- kaşların birleşim yeri arası / Burun boyu,
Yüzün boyu / Çene ucu-kaşların birleşim yeri arası,
Ağız boyu / Burun genişliği,
Burun genişliği / Burun delikleri arası,
Göz bebekleri arası / Kaşlar arası.
Her uzun çizginin kısa çizgiye oranı altın orana denktir.
Akciğerlerdeki Altın Oran

Amerikalı fizikçi B. J. West ile doktor A. L. Goldberger, 1985-1987 yılları arasında yürüttükleri araştırmalarında(A. L. Goldberger, et al., "Bronchial Asymmetry and Fibonacci Scaling." Experientia, 41 : 1537, 1985.), akciğerlerin yapısındaki altın oranının varlığını ortaya koydular. Akciğeri oluşturan bronş ağacının bir özelliği, asimetrik olmasıdır. Örneğin, soluk borusu, biri uzun (sol) ve diğeri de kısa (sağ) olmak üzere iki ana bronşa ayrılır. Ve bu asimetrik bölünme, bronşların ardışık dallanmalarında da sürüp gider. (E. R. Weibel, Morphometry of the Human Lung, Academic Press, 1963.) İşte bu bölünmelerin hepsinde kısa bronşun uzun bronşa olan oranının yaklaşık olarak 1/ 1,618 değerini verdiği saptanmıştır.
Akciğerlerdeki bronşlar altın orana göre dallanma yapar.

DNA'da ALTIN ORAN

Canlıların tüm fiziksel özelliklerinin depolandığı molekül de altın orana dayandırılmış bir formda yaratılmıştır. yaşam için program olan DNA molekülü altın orana dayanmıştır. DNA düşey doğrultuda iç içe açılmış iki sarmaldan oluşur. Bu sarmallarda her birinin bütün yuvarlağı içindeki uzunluk 34 angström genişliği 21 angström'dür. (1 angström; santimetrenin yüz milyonda biridir) 21 ve 34 art arda gelen iki Fibonacci sayısıdır.

KAR KRİSTALLERİNDE ALTIN ORAN

Altın oran kristal yapılarda da kendini gösterir. Bunların çoğu gözümüzle göremeyeceğimiz kadar küçük yapıların içindedir. Ancak kar kristali üzerindeki altın oranı gözlerinizle göre bilirsiniz. Kar kristalini oluşturan kısalı uzunlu dallanmalarda, çeşitli uzantıların oranı hep altın oranı verir.(Emre Becer, "Biçimsel Uyumun Matematiksel Kuralı Olarak, Altın Oran", Bilim ve Teknik Dergisi, Ocak 1991, s.16.)

UZAYDA ALTIN ORAN

Evrende, yapısında altın oran barındıran birçok spiral galaksi bulunur.

FİZİKTE ALTIN ORAN

L. Pisano Fibonacci
Fibonacci dizileri ve altın oran ile fizik biliminin sahasına giren konularda da karşılaşırız:
"Birbiriyle temas halinde olan iki cam tabakasının üzerine bir ışık tutulduğunda, ışığın bir kısmı öte yana geçer, bir kısmı soğurulur, geriye kalanı da yansır. Meydana gelen, bir, 'çoklu yansıma' olayıdır. Işının tekrar ortaya çıkmadan önce camın içinde izlediği yolların sayısı, ışının maruz kaldığı yansımaların sayısına bağlıdır. Sonuçta, tekrar ortaya çıkan ışın sayılarını belirlediğimizde bunların Fibonacci sayılarına uygun olduğunu anlarız."(V.E. Hoggatt, Jr. Ve Bicknell-Johnson, Fibonacci Quartley, 17:118, 1979.)
Doğada birbiriyle ilişkisiz canlı veya cansız pek çok yapının belli bir matematik formülüne göre şekillenmiş olması onların özel olarak tasarlanmış olduklarının en açık delillerinden biridir. Altın oran, sanatçıların çok iyi bildikleri ve uyguladıkları bir estetik kuralıdır. Bu orana bağlı kalarak üretilen sanat eserleri estetik mükemmelliği temsil ederler. Sanatçıların taklit ettikleri bu kuralla tasarlanan bitkiler, galaksiler, mikroorganizmalar, kristaller ve canlılar Allah'ın üstün sanatının birer örneğidirler. Allah Kuran'da herşeyi bir ölçüyle yarattığını bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
"... Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır." (Talak Suresi, 3)
"... O'nun Katında herşey bir miktar (ölçü) iledir." (Ra'd Suresi, 8)
İŞİTME VE DENGE ORGANINDA ALTIN ORAN

İnsanın iç kulağında yer alan Cochlea (Salyangoz) ses titreşimlerini aktarma işlevini görür. İçi sıvı dolu olan bu kemiksi yapı, içinde altın oran barındıran _=73 derece 43´ sabit açılı logaritmik sarmal formundadır.

BOYNUZ VE DİŞLERDE ALTIN ORAN

Filler ile soyu tükenen mamutların dişleri, aslanların tırnakları ve papağanların gagalarında logaritmik sarmal kökenli yay parçalarına göre biçimlenmiş örneklere rastlanır. Eperia örümceği de ağını daima logaritmik sarmal şeklinde örer. Mikroorganizmalardan planktonlar arasında, globigerinae, planorbis, vortex, terebra, turitellae ve trochida gibi minicik canlıların hepsinin sarmala göre inşa edilmiş bedenleri vardır.

BİTKİLERDE ALTIN ORAN

YAPRAKLAR VE ALTIN ORAN
Çevremizdeki bitkilere, ağaçlara baktığımızda dalların birçok yaprakla kaplı olduğunu görürüz. Uzaktan baktığımızda, dalların ve yaprakların gelişigüzel, dağınık bir şekilde dizilmiş olduklarını düşünebiliriz. Oysa, her ağaçta, hangi dalın nereden çıkacağı ve yaprakların dal çevresinde dizilişleri, hatta çiçeklerin simetrik şekilleri dahi belirli sabit kurallar ve mucizevi ölçülerle belirlenmiştir. Bitkiler ilk yaratıldıkları günden beri bu matematik kurallarına harfi harfine uyarlar. Yani hiçbir yaprak veya hiçbir çiçek tesadüfen ortaya çıkmaz. Bir ağaçta kaç dal olacağı, dalların nereden çıkacağı, bir dal üzerinde kaç yaprak olacağı ve bu yaprakların hangi düzenlemeyle yerleşeceği önceden bellidir. Ayrıca her bitkinin kendine özgü dallanma ve yaprak diziliş kuralları vardır. Bilim adamları bitkileri sadece bu dizilişlerine göre tanımlayıp sınıflandırabilmektedirler. Olağanüstü olan ise, örneğin Çin'deki bir kavak ağacı ile İngiltere'deki bir kavak ağacının aynı ölçü ve kurallardan haberdar olmaları, aynı oranları uygulamalarıdır. Her bitkiyi kendine özgü matematiksel hesaplarla en estetik şekilde yaratan, tesadüfler olamaz elbette. Tüm bu estetiğin ve kusursuz hesaplamalarla yapılan tasarımın yaratıcısı sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır. Kuran'da da bildirildiği gibi;
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
Bir yapraktan başlayıp, gövde etrafında dönerek aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayıncaya kadar yapılan tur sayısı ile, bu turlar sırasında karşılaşılan yaprak sayıları bize Fibonacci sayısını verir. Eğer saymaya ters yönden başlarsak bu kez aynı yaprak sayısı için farklı tur sayısı elde ederiz. Her iki yöndeki tur sayısı ile bu turlar sırasında karşılaşılan yaprak sayısı bize üç ardışık Fibonacci sayısını verir.
Bitki türüne göre değişen bu diziliş şekilleri dairesel veya sarmal yapı şeklindedir. Bu özel dizilişin en önemli sonuçlarından biri yaprakların bir diğerini gölgelemeyecek şekilde yerleşmiş olmalarıdır. Botanikte "yaprak diverjansı" olarak tanımlanan bu oranlara göre bitkilerde yaprakların gövde etrafına dizilişlerindeki düzen belirli sayılarla belirlenmiştir. Bu diziliş son derece kompleks bir hesaba dayanır. Bir yapraktan başlayıp, gövde etrafında dönerek aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayıncaya kadar yapmamız gereken tur sayısı (N) ile, bu turlar arasında karşılaştığımız yaprak sayılarını (P), sırasıyla N ve P ile gösterirsek, P/N oranı, bitkilerde "yaprak diverjansı" olarak adlandırılır. Bu oranlar çayır bitkilerinde (otlarda) 1/2, bataklık bitkilerinde 1/3, meyve ağaçlarında (elma) 2/5, muz türlerinde 3/8, soğangillerde 5/13'tür.(Dr. Sara Akdik, Botanik, Şirketi Mürettibiye Basımevi, İstanbul, 1961, s.106)
Aynı türe ait her ağacın bu orandan haberdar olup, kendi cinsi için belirlenmiş orana uyması büyük bir mucizedir. Örneğin bir muz ağacı bu oranı nereden bilir ve bu orana nasıl uyabilir? Bu hesaba göre, her muz ağacının çevresinde bir yapraktan başlayıp 8 kere tur attığınızda, aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayacaksınız. Ve bu turlar arasında 3 yaprakla karşılaşacaksınız. Güney Afrika'dan Latin Amerika'ya kadar nereye giderseniz gidin, bu oran şaşmayacaktır. Sadece böyle bir yaprak diziliş oranının olması dahi canlıların tesadüfen oluşmadıklarını, kusursuz ve son derece kompleks bir oran, hesap, plan ve tasarımla yaratıldıklarını gösteren önemli bir delildir. Canlıların genetik yapılarına böyle bir oranı kodlayan, onları bu bilgi ve özellikle yaratan üstün bir ilim ve akıl sahibi olan Allah'tır.
Yandaki resimde üstte görülen bitkide, ilk yaprağın hemen üstündeki yaprağa ulaşmak için saat yönünde üç tur dönmek ve yol üzerinde 5 yaprak geçmek gerekir. Saatin aksi yönünde dönüldüğünde ise sadece iki tura ihtiyacımız olacaktır. Dikkat ederseniz elde edilen sayılar 2, 3 ve 5 ardışık Fibonacci sayılarıdır. Alttaki bitkide ise, 8 yaprak geçerek saat yönünde 5 tur, aksi yönde ise 3 tur gövde çevresinde dönülür. Bu kez 3, 5 ve 8 ardışık Fibonacci sayılarını elde ederiz. Bu sonuçları üstteki bitki için: saat yönündeki tur için yaprak başına 3/5; ikinci bitki içinse yaprak başına 5/8 dönüş olarak ifade edebiliriz.
Ağaç formları içinde en çok rastlanan modellerden biri, gövdenin birbirine tam zıt yönünden çıkan yaprak ve dal çiftleridir. Tohum açıldıktan sonra iki tane yaprak açar, bu yapraklar 180 derecelik bir açıyla karşılıklı olarak dizilmişlerdir. İlk iki yapraktan sonra gelişen diğer iki yaprak ise maksimum dağılımı sağlamak için zıt tarafta, birinci çifte sağdan açı yaparak gelişir. Böyle bir durumda bir dalın etrafında 90 derecelik açılara sahip dört adet yaprak dizilmiş olur. Yani bu dala tepeden bakacak olursak, yaprakların tam bir kare oluşturacak şekilde 90 derecelik açılarla dizildiklerini ve üstteki yaprakların bu sayede alttaki yaprakları örtmediğini görürüz. (Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, 1978, Abd, Houghton Mifflin Company, Boston, s. 57) Bu görmeye alışık olduğumuz bir şekildir. Ancak, insanların çoğu tohumların neden özellikle bu şekilde açtığını düşünmezler. Oysa bu, bir planın ve tasarımın sonucudur. Ve amaç, yaprakların üst üste çıkarak birbirlerini örtmelerini engellemek ve hepsinin güneş ışığından faydalanabilmelerini sağlamaktır.
Tohum açıldıktan sonra çıkan iki yaprak, 180oC'lik bir açıyla karşılıklı olarak dizilmişlerdir. İlk iki yapraktan sonra gelişen diğer iki yaprak ise maksimum dağılımı sağlamak için zıt tarafta, birinci çifte 90oC'lik açı yaparak gelişir.
Daha karmaşık bir form olan spiral şekline de çok sık rastlanır. Bitkideki bu spiral hareketi gözlemlemek için bir ip kullanılabilir. Bir yaprağın tabanına ip bağlayıp sonra ipi dallara ve budaklara kadar uzatın, geldiğiniz her yaprağın gövdesinde bir kere halka yapın, kavisler mümkün olduğunca düzgün olsun. Bu yöntemle, kara ağaç veya ıhlamur ağacında yaprakların ortalama olarak komşu yaprakta budağın etrafında yarı yol kadar (180 derece) dolandığını görürsünüz; böylece ip yaprak başına 1/2 dönüşle bağlanır. Kayın ağacının yaprakları yalnızca 120 derece aralıklara sahiptir; yaprak başına 1/3 döner. Elma ağacı 144 derece ile 2/5 dönüş, kara çam 5/13. Eğer matematiğe meraklı iseniz, bu oranların nasıl tesadüfen olmayıp, her bir payın ve birimin birbirine hemen bitişik olanların toplamı olduğunu bulursunuz. (aşağıda görüldüğü gibi) Her iki sayı dizilimi de aynı benzer ve basit işlemi yapar:
1, 1, 2 (1+1), 3 (1+2), 5 (2+3), 8 (3+5), 13 (5+8), 21 (8+13), 34 (13+21), 55 (21+34), 89 (34+55), 144 (55+89), 233 (89+144), 377 (144+233), ...(Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, s. 58-59)
Bu özel dizilim, bu kuralı keşfeden Fibonacci isimli matematikçinin adı ile anılır ve "Fibonacci serisi" olarak bilinir. Bu kural estetik mükemmellik manasına gelir ve resim, heykel, mimari gibi alanlarda temel bir ölçü olarak kullanılmaktadır. Doğada çok sık rastlanılan bu oran bitkilerdeki ince hesap ve tasarımı anlamada önemli bir anahtardır.

Fibonacci dizisi bitkilerdeki ince hesap ve tasarımı anlamada önemli bir anahtardır. Yukarıdaki çiçekler, Fibonacci dizisine göre sıralanmış olan yapraklardaki düzen ve estetiği göstermektedir. Çevremizde gördüğümüz ağaç ve çiçeklerin yaprakları bize ilk bakışta rastgele dizilmiş gibi görünse de, aslında olağanüstü kompleks bir plan ve matematiksel hesapla sıralanmışlardır.


Yukarıda armut ağacındaki yaprak dizilimi görülmektedir. Armut ağacında bir yaprağın bulunduğu yerden bir iplik geçirir ve ipliği geçirmeye başladığımız yapraktan itibaren tekrar bu yaprağın hizasına rastlayan üstteki yaprağa gelinceye kadar ipliği dalın etrafında çevirecek olursak arada 5 yaprak geçeriz. Ve ancak 6. yaprağın, başladığımız ilk yaprakla bir hizaya gelmiş olduğunu ve bu esnada ipliğin de dalın üzerinde iki defa dolanmış bulunduğunu görürüz. O halde 2 daire üzerinde 5 yaprak bulunduğunu anlatmak için bu ağacın yaprak dizilimi 2/5 olarak yazılır.
3/8'in ötesindeki kesirler yosun, lahana ya da her iki tarafa spiral yönde giden taç yapraklı, ayçiçeği gibi sık tohum ya da yaprak sistemlerinde bulunur. Bu bitkilerin yaprakları merkezin etrafında sağdan veya soldan dolanırken bir spiral çizerler, bu spirallerde tur başına düşen yaprak sayısıda fibonacci kuralına göre belirlenir. Mesela papatyanın merkezi üç ardışık kesir kullanır: 13/34, 21/55 ve 34/89; yani yaprağın merkezi boyunca yapacağı bir tur dönüşteki yaprak sayısı ve buna denk düşen dönüş açısı önceden bellidir. (Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, s. 58)
Fibonacci dizisi doğada çok sık bir biçimde karşımıza çıkar. Bu sayılar kullanılarak üretilen kesirler, bize "Altın Oran"ı verir. Yani Fibonacci sayılarını aşağıda görüldüğü gibi birbirini takip eden kesirler halinde yazdığımızda, ortaya çıkan bölmelerin tamamı estetik mükemmellik manasına gelen ve çoğu zaman "Altın Oran" adı da verilen sayıdır:
1/1, 1/2, 2/3, 3/5, 5/8, 8/13, 13/21, 21/34, 34/55, 55/89...
Görüldüğü gibi bu yolla elde edilen dizinin terimleri Fibonacci dizisinin birbirini takip eden sayılarının bölümü şeklindedir. Ve bu dizinin terimleri olan oranları çam kozalaklarında (5/8, 8/13), ananas meyvesinde (8/13), papatyanın orta kısmındaki floretlerde (21/34), ayçiçeklerinde (21/34, 34/55, 55/89) sağ ve sol spirallerin sayısı olarak görmekteyiz. İşte bu oran ve bu oran sayesinde ortaya çıkan görüntü, doğadaki çiçeklere, ağaçlara, tohuma, deniz kabuklarına ve daha sayısız canlıya estetik bir mükemmellik kazandırır.
Altın oranın doğadaki yeri bununla da kalmayıp, ideal yaprak açılarında da kendini göstermektedir. Bilindiği gibi bitkilerde yapraklar, dik gelen güneş ışınlarından maksimum yararı sağlamak üzere belli bir açıyla sıralanırlar. Örneğin, 2/5'lik yaprak diverjansına sahip bir bitkide yaprak aralarındaki açı,
2 x 360 derece / 5 = 144 derecedir. (Dr. Sara Akdik, Botanik, Şirketi Mürettibiye Basımevi, İstanbul, 1961, s.105-106)
Yapraklarda karşımıza çıkan sayısal mucizeler bununla da sınırlı değildir. Yaprak yüzeyleri de belirli matematik hesaplarının sonucunda anlaşılabilecek tasarımlara sahiptirler. Yaprağın ortasından geçen damar (midrib) ve ondan çıkarak yaprak yüzeyine dağılan damarlar ve bunların besledikleri dokular, bitkiye belirli bir şekil ve yapı kazandırırlar. Yapraklar çok farklı formlara sahip olmalarına rağmen bu hassas ölçüleri muhafaza ederler.
Bitkilerin belirli matematik formüllere göre şekillenmiş olmaları onların özel olarak tasarlanmış olduklarının en açık delillerinden biridir. Bitkinin atomlarında, DNA'sında gördüğümüz hassas ölçüler ve dengeler, bitkinin dış görünümünde de ortaya çıkmaktadır. Bitkinin Güneş'ten maksimum faydalanması gibi hayati amaçların yanısıra, bitkiye estetik bir güzellik kazandıran bu formüller, belirli sayıdaki moleküllerin biraraya gelmesiyle ortaya çıkan renklerle birleştiğinde ortaya olağanüstü manzaralar çıkmaktadır.

Lahana ya da her iki tarafa spiral yönde giden taç yapraklı ayçiçeği gibi sık tohumlu bitkilerin yaprakları, merkezin etrafında sağdan veya soldan dolanırken bir spiral çizerler. Çam kozalaklarının pulları da, sağa ve sola dönen spiraller şeklinde dizilmişlerdir. Eğer bunlar tek tek sayılacak olursa, bulunan sayıların, altın orana dayalı fibonacci dizisinin sayıları olduğu görülür. Tüm bu hesap ve düzende Allah'ın kusursuz yaratışının delilleri bulunmaktadır.
İşte bu altın oran, sanatçıların çok iyi bildikleri ve uyguladıkları bir estetik kuralıdır. Bu orana bağlı kalarak üretilen sanat eserleri estetik mükemmelliği temsil ederler. Sanatçıların taklit ettikleri bu kuralla tasarlanan bitkiler, çiçekler ve yapraklar Allah'ın üstün sanatının birer örneğidirler. Allah Kuran'da herşeyi bir ölçüyle yarattığını bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda herşeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik. (Hicr Suresi, 19)
... Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 3)
... O'nun katında herşey bir miktar (ölçü) iledir. (Ra'd Suresi, 8)
... Şüphesiz, Allah herşeyin hesabını tam olarak yapandır. (Nisa Suresi, 86)
Bitkiler ilk yaratıldıkları günden beri matematik kurallarına harfi harfine uyarlar. Yani hiçbir yaprak veya hiçbir çiçek tesadüfen ortaya çıkmaz. Bir ağaçta kaç dal olacağı, dalların nereden çıkacağı, bir dal üzerinde kaç yaprak olacağı ve bu yaprakların hangi düzenlemeyle yerleşeceği önceden bellidir. Ayrıca her bitkinin kendine özgü dallanma ve yaprak diziliş kuralları vardır. Bilim adamları bitkileri sadece bu dizilişlerine göre tanımlayıp sınıflandırabilmektedirler.
Olağanüstü olan ise, örneğin Çin'deki bir kavak ağacı ile İngiltere'deki bir kavak ağacının aynı ölçü ve kurallardan haberdar olmaları, aynı oranları uygulamalarıdır. Her bitkiyi kendine özgü matematiksel hesaplarla en estetik şekilde yaratan, tesadüfler olamaz elbette. Tüm bu estetiğin ve kusursuz hesaplamalarla yapılan tasarımın yaratıcısı sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır. Kuran'da da bildirildiği gibi;
"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir." (Furkan Suresi, 2)
Farklı dizilişler
Bitki türüne göre değişen bu diziliş şekilleri dairesel veya sarmal yapı şeklindedir. Bu özel dizilişin en önemli sonuçlarından biri yaprakların bir diğerini gölgelemeyecek şekilde yerleşmiş olmalarıdır. Botanikte "yaprak diverjansı" olarak tanımlanan bu oranlara göre bitkilerde yaprakların gövde etrafına dizilişlerindeki düzen belirli sayılarla belirlenmiştir.
Bu diziliş son derece kompleks bir hesaba dayanır. Bir yapraktan başlayıp, gövde etrafında dönerek aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayıncaya kadar yapmamız gereken tur sayısı (N) ile, bu turlar arasında karşılaştığımız yaprak sayılarını (P), sırasıyla N ve P ile gösterirsek, P/N oranı, bitkilerde "yaprak diverjansı" olarak adlandırılır. Bu oranlar çayır bitkilerinde (otlarda) 1/2, bataklık bitkilerinde 1/3, meyve ağaçlarında (elma) 2/5, muz türlerinde 3/8, soğangillerde 5/13'tür.
Orandaki mucize
Aynı türe ait her ağacın bu orandan haberdar olup, kendi cinsi için belirlenmiş orana uyması büyük bir mucizedir. Örneğin bir muz ağacı bu oranı nereden bilir ve bu orana nasıl uyabilir? Bu hesaba göre, her muz ağacının çevresinde bir yapraktan başlayıp 8 kere tur attığınızda, aynı hizadaki diğer yaprağa rastlayacaksınız. Ve bu turlar arasında 3 yaprakla karşılaşacaksınız. Güney Afrika'dan Latin Amerika'ya kadar nereye giderseniz gidin, bu oran şaşmayacaktır. Sadece böyle bir yaprak diziliş oranının olması dahi canlıların tesadüfen oluşmadıklarını, kusursuz ve son derece kompleks bir oran, hesap, plan ve tasarımla yaratıldıklarını gösteren önemli bir delildir. Canlıların genetik yapılarına böyle bir oranı kodlayan, onları bu bilgi ve özellikle yaratan üstün bir ilim ve akıl sahibi olan Allah'tır.
Ağaç formları içinde en çok rastlanan modellerden biri, gövdenin birbirine tam zıt yönünden çıkan yaprak ve dal çiftleridir. Tohum açıldıktan sonra iki tane yaprak açar, bu yapraklar 180 derecelik bir açıyla karşılıklı olarak dizilmişlerdir. İlk iki yapraktan sonra gelişen diğer iki yaprak ise maksimum dağılımı sağlamak için zıt tarafta, birinci çifte sağdan açı yaparak gelişir. Böyle bir durumda bir dalın etrafında 90 derecelik açılara sahip dört adet yaprak dizilmiş olur. Yani bu dala tepeden bakacak olursak, yaprakların tam bir kare oluşturacak şekilde 90 derecelik açılarla dizildiklerini ve üstteki yaprakların bu sayede alttaki yaprakları örtmediğini görürüz. Bu görmeye alışık olduğumuz bir şekildir. Ancak, insanların çoğu tohumların neden özellikle bu şekilde açtığını düşünmezler. Oysa bu, bir planın ve tasarımın sonucudur. Ve amaç, yaprakların üst üste çıkarak birbirlerini örtmelerini engellemek ve hepsinin güneş ışığından faydalanabilmelerini sağlamaktır.
Daha karmaşık bir form olan spiral şekline de çok sık rastlanır. Bitkideki bu spiral hareketi gözlemlemek için bir ip kullanılabilir. Bir yaprağın tabanına ip bağlayıp sonra ipi dallara ve budaklara kadar uzatın, geldiğiniz her yaprağın gövdesinde bir kere halka yapın, kavisler mümkün olduğunca düzgün olsun. Bu yöntemle, kara ağaç veya ıhlamur ağacında yaprakların ortalama olarak komşu yaprakta budağın etrafında yarı yol kadar (180 derece) dolandığını görürsünüz; böylece ip yaprak başına 1/2 dönüşle bağlanır. Kayın ağacının yaprakları yalnızca 120 derece aralıklara sahiptir; yaprak başına 1/3 döner. Elma ağacı 144 derece ile 2/5 dönüş, kara çam 5/13. Eğer matematiğe meraklı iseniz, bu oranların nasıl tesadüfen olmayıp, her bir payın ve birimin birbirine hemen bitişik olanların toplamı olduğunu bulursunuz. (aşağıda görüldüğü gibi) Her iki sayı dizilimi de aynı benzer ve basit işlemi yapar: 1, 1, 2 (1+1), 3 (1+2), 5 (2+3), 8 (3+5), 13 (5+8), 21 (8+13), 34 (13+21), 55 (21+34), 89 (34+55), 144 (55+89), 233 (89+144), 377 (144+233), ...